El-Kuddûs (Celle
Celâlühû)
Allah’u
Teâlâ hazretleri “El-Kuddûs” sıfatıyla muttasıftır. Bu tenzihiyyet sıfatıdır.
Kur’an-ı Kerim’de: “Mukaddes olan o’dur.” (Onun Yüce zâtı, bütün
noksanlardan münezzehtir, uzaktır.) (Haşr 59/23) “Göklerdeki ve
yerdeki her şey, mülkün sahibi, mukaddes, mutlak güç sahibi, hüküm ve hikmet
sahibi olan Allah'ı tespih eder.” (Cum‘a 62/1) ayet-i kerimeleriyle bu
sıfata dikkat çekilmiştir.
Sözlükte
"temiz olmak" manasındaki kuds kökünden türemiş mübalağa bildiren bir
sıfat olan Kuddûs "tertemiz, pak, kusurdan arınmış" demektir. Mescidi
Aksa için kullanılan “Beyt’ül Makdis” ifadesi oraya girenlerin günahlarının
temizlenmesi manasındadır. Cennet için kullanılan “Hazîret’ül Kuds” ifadesi
dünyanın sıkıntı ve afetlerinden temiz olması manasındadır. Kısaca “kuds”
kelimesi temizlenmek, temiz olmak, münezzeh olmak demektir.
Buna
göre: O Allah’u Teâlâ hazretleri mukaddes, muazzam ve bütün kötü sıfat ve
durumdan münezzeh olandır. Yarattıklarından herhangi birinin kendisine
benzemesinden veya kendisinin yarattığı mahlukatına benzemesinden beri olup
bütün noksanlıklardan ve kemaline zıt olan her şeyden salim ve selamette
olandır.
Gerek
lügat uleması gerek Esma-i Hüsna ile ilgilenen alimler, Kuddûs’ün sadece zâtı
ilahiyye için kullanıldığı ve "her türlü eksiklik ve kusurdan münezzeh
olma" manasına geldiği hususunda görüş birliği içindedirler.
Allah’u
Teâlâ hazretlerini münezzeh tutma hususunda ulema genel bir tarif ortaya
koymuşlardır. Buna göre Allah’u Teâlâ hazretleri, noksanlık hangi şekilde ve ne
taraftan olursa olsun ondan münezzeh tutulur: kendisinin eşi, benzeri veya
dengi veya ululukta onun gibisi veya rakibi veya zıttı bulunmaktan münezzeh ve
yücedir; En mükemmel, en yüce ve en geniş sıfatlarla muttasıf olduğu halde
sıfatlarından herhangi birinde noksanlık bulunmaktan veya herhangi bir sıfat
konusunda noksan olmaktan münezzeh ve yücedir. Aynı zamanda tenzihiyyet sadece
noksanlıklardan beri tutmak demek değildir. Yücelik ve azamet sıfatlarını
Allah’u Teâlâ hazretleri hakkında sabit kılmak da tenzihiyyetin tamamındandır. Zira
tenzihiyyet: ondan başkasını irade edip, bununla onun kemali hakkında ki kötü
düşüncelerden muhafaza etmeği kast etmektir. Cahiliyye ehlinin Allah’u Teâlâ’yı
celaline yakışmayacak şekilde kötü tasavvurlarla zannetmesi gibi.
Bir
kul rabbini sena ederek “Sübhanallah” veya “Tekaddesallah” veya “Teâlallah”
dese onu bütün noksan sıfatlardan beri ve uzak, bütün kemal sıfatlarla da
muttasıf kılmış olarak sena etmiş olur.
Kuddûs,
yukarıda belirttiğimiz iki âyet-i kerimede Allah’u Teâlâ’ya izâfe edilmiş, bir
âyet-i kerimede de meleklerin Cenâb-ı Hakk’ı takdis ediş ifadesi yer almıştır
(el-Bakara 2/30).
Hz.
Âişe (radiyallahu anha)’den nakledilen hadis-i şeriflerin birinde Rasûl-i Ekrem
(sallallahu aleyhi vesellem)’in namazdaki rükû ve secdelerinde zaman zaman,
“Sübbûhun kuddûsün rabbü’l-melâiketi ve’r-rûh” (Ey münezzeh ve yüce olan
Allah’ım! Ey meleklerin ve Cebrâil’in rabbi!) şeklindeki zikri tekrar ettiği
belirtilmiş[1], bir diğerinde Rasulüllah’ın yataktan kalkınca onar defa okuduğu dua ve zikir içinde
şu cümlelerin de yer aldığı ifade edilmiştir: “Sübhânellāhi
ve bi-hamdih sübhâne’l-meliki’l-kuddûs” (Allah’ı yüceltip övgüyle anarım, görünen ve görünmeyen âlemlerin sahibinin, O’nun münezzeh zâtının her türlü eksiklik ve kusurdan
uzak olduğunu kabul ederim.[2]
Kuddûs
kavramı gerek Kur’an-i Kerimde gerek hadis-i şerif rivayetlerinde genellikle
tesbih kavramıyla birlikte yer almıştır. Zât-ı ilâhiyyeyi her çeşit kusur ve
eksiklikten tenzih etmeye dayanan manaları arasında ise pek fark yoktur. Ebû
Abdullah el-Halîmî zâtın tenzih açısından ne olduğunu söylemeye takdis, ne
olmadığını söylemeye de tesbih demiştir (el-Minhâc, I, 197). Ebü’l-Bekā
el-Kefevî de aynı şeyi ifade etmekle
birlikte tesbihin ibadetlerle, takdisin mârifet ve inançla gerçekleştiğini belirtmiştir (el-Külliyyât, s. 297-298).
Abdülkerîm
b. Hevâzin el-Kuşeyrî, tasavvufî bir yaklaşımla kuddûs isminden kulun
alabileceği nasibi şöyle ifade etmiştir: “Kuddûs isminin muhtevasını tam
anlamıyla kavrayan kimse Allah rızası uğruna nefsini aşağı arzulara uymaktan,
servetini haram şüphesinden, zamanını O’na muhalefet etme kirinden, kalbini
dünya alâkalarının sebep olacağı lekelerden, ruhunu fâni mekânlarda barınmaktan
ve içindeki gücü yabancı ilgilerden uzak tutar. Böyle bir kişi, Allah’a yaptığı
kulluğun mânevî muhtevasıyla hiçbir yaratığa kul olma zilletine düşmez; O’nu
müşahede ettiği kalbiyle hiçbir mahlûka tazimde bulunmaz; elinde bulunan bir
dünya nimetini yitirmekten etkilenmez ve tuttuğu yoldan Allah’a ulaşmadan geri
dönmez (et-Taĥbîr fi’t-teźkîr, s. 28).
Kuddûs, Allah’a nispet edilen zâtî-selbî (tenzîhî) isimler grubu içinde mütalaa edilir ve “izzet, şeref, hükümranlık bakımından en yüce” mânasındaki
alî ismiyle anlam yakınlığı içinde bulunur.